Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, ülkemizin korunması gerekli kültür varlıkları açısından ne kadar zengin olduğunu gösteren ahşap köy mescitleri bulunuyor. Denizli’de yer alan beden duvarları kâgir, iç mekânları ahşap taşıyıcılı köy mescitleri de ahşap işçiliği ve kalem işi süslemeleri ile nadide eserler.
Türkiye, mâlik olduğu kültürel değerler açısından tüm dünyanın hayranlığını taşıyan, ama bu hayranlık pek de dile getirilmeyen bir ülkedir. Türkiye’nin binlerce yıllık kültür birikimi insanlığın vazgeçilmez kültür hazinesidir. Bir önceki yazımda “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alınan beş ahşap sütunlu camimizden bahsetmiştim. Son yıllarda uzun bir süredir gerek ekonomik gerekse görmezden gelinerek zamanın tahribine bırakılan çok sayıda yapımız restore edilerek kurtarılmıştır. Özellikle camilerin fonksiyonu değişmediği için yapım amaçlarına uygun olarak kullanımlarına devam edilmektedir. Ancak kullanım amacı büyük oranda ortadan kalkmış olan hamam, kervansaray, han, kale gibi yapılarımız onarılsa da bu onarım herhangi bir yeni fonksiyon ve kullanım amacı düşünülmeden yapıldığı için yapılar kullanım dışı kalmaktadır. Yeniden onarılan bu yapıların gelir getirici ve hayatın içine dâhil edileceği yeni fonksiyonlara kavuşturulması gerekir. Özellikle bu yapıların büyük bir çoğunluğunun sahibi olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konuda öncü ve örnek olacak atılımlar yapması şarttır.
Fonksiyonu değişebilir mi?
“Yapıların farklı fonksiyonlarla donatılmasını uluslararası kurumlar uygun bulmuyor” gibi gerçek olmayan söylemleri dikkate almamamız gerekiyor. Çünkü tümü de UNESCO ve ICOMOS üyesi olan ülkelerde yapılan benzeri uygulamaların pek çoğunu biliyorum. Merak eden internet üzerinden zaman ayırıp araştırırsa Fréjus Amfitiyatrosu, Merida ve Sagunto Roma Tiyatroları, Carnuntum ve Römerkastell Saalburg ören yerlerinde yapılan modern uygulamaları görebilir. Fransa, İspanya, İtalya, Avusturya, Almanya gibi ülkelerin geçmişten kalan yapıları nasıl günlük yaşama dâhil ettiklerini, onlara yeni bir hayat verdiklerini görebilirsiniz.
Bu kez sizlere gözlerden uzak kalan köy mescitlerinden söz etmek istiyorum. Denizli’nin Acıpayam, Tavas, Baklan, Pamukkale, Buldan ve Çal ilçelerinin çeşitli köylerinde yer alan beden duvarları kâgir, iç mekânları ahşap taşıyıcılı köy mescitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bazılarını yerinde görmek imkânına sahip olduğum bu mescitlerin Antalya, Isparta, Burdur, Artvin gibi illerde de örneklerinin bulunduğunu bilmekteyim. Ekim 2023’te yaptığım Samsun gezisinde ziyaret ettiğim, Çarşamba ilçesindeki Göğceli Camii ile Kavak ilçesindeki Bekdemir Mescidi’nden bir başka yazımda bahsedeceğim.
On yılı aşkın süre öce sevgili Ali Konyalı, Tarkan Kutlu ile birlikte fotoğraflarını çektiği Denizli köylerindeki ahşap mescitler için “Bu yapılar birer birer ortadan kalkıyor, ne olur ilgilileri uyaralım!” diyerek beni uyardı. Ben de küçük bir albüm hazırlayarak ulaşabildiğim her ilgili makama ulaştım ama sonucun ne olduğunu ne yazık ki öğrenemedim. Bazılarının fotoğraflarını gördüğünüz bu mescitlerden Pamukkale Akköy Mescidi, Baklan Boğaziçi Mescidi, Tavas Hanönü Mescidi’nin halıları toplanmış ve ibadet dışı bırakılmışlardır. Günümüzdeki durumları nedir bilmiyorum? Belen Ardıç Mescidi, Yazırköy Mescidi ve Kocaköy Mescidi ise ibadete açıktı ve belli oranda korunmaya çalışılıyordu.
Kültür erozyunu
Son dönemlerde büyük bir kültür erozyonu yaşıyoruz. Samsun’da da şahit olduğum gibi bu güzelim mescitler ibadet dışı bırakılıp hemen yanlarına kubbeli birer betonarme cami yapılmakta. Bu yeni yapılan camiler herhangi bir ihtiyaçtan, cemaatin eski yapıya sığmamasından mı kaynaklanıyor? Hayır! Tam tersi tüm ülkede benzeri köylerde büyük bir nüfus azalması yaşanıyor, cemaat gittikçe azalmakta ama yine de kubbeli cami merakı eski yapıların terk edilmesine ve yok oluşlarına yol açıyor. Gezdiğim çok yerde insanlar özellikle vakit namazlarını eski mescitlerde kılmaya devam ediyorlar. Köyde yaşayan yaşlı insanlarla konuştuğum zaman hemen hepsinin bu mescitler ile ilgili çocukluktan kalma anıları olduğunu duydum, birkaç yerde ise “Ben çocukken şurada oturup babamın yanında namaz kılardım” dediklerine şahit oldum. Onlar için bu mescitlerin birer hatırası vardı. Bu mescitler insani boyutları, ahşap işleri ve kalem işleri ile onları bir masal dünyasına götürüyordu. Bu mescitler “Farkına varan kulaklar için şarkı söyleyen” yapılardı. Yeni yapılan yapıların ne eski bir anısı ne de şarkı söyleyen bir iç mekânı var. Bilakis bazıları korkutucu boyutları ile insanı ezen, insana ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu gösteren yapılar.
Köy mescitleri
İbadete kapalı yapılardan biri de Akköy Mescidi’dir. Bu mescit nadide bezemeli mihrabı ile dikkatimizi çekiyor. Antalya, Kaleiçi’nde restore ettiğim Karamolla Mescidi’nin imamı; “Hoca, Allah senden razı olsun, her rükûya varışımda seni anıyorum. Bir önceki kötü mermer kaplanmış mihrabın yerine bize kalem işi boyalı, gönül alıcı bir mihrap yaptın, her bakışta içim açılıyor, aklıma sen geliyorsun” demişti. Bu mihrabın ve kıble duvarının süslemesinin zenginliği, mihrabın her iki yanında yer alan servi ağacı motifi bizim onunla hemhâl olmamıza yol açıyor. Yapının içine dâhil oluyor, birlikte yaşıyoruz. Akköy Mescidi’nin minberi ve kürsüsü sanırım bir aklıevvel tarafından yeşile boyanmış, muhtemelen bunlarda da muhteşem süslemeler bulunuyordu. Bu kalem işi süslemeleri yapan veya yapanlar kimlerdir? Ne tür bir coşku içinde âdeta cennet bahçesi yaratmaya çalışmışlar? Ortadaki sahte kubbenin içi sanki bir bahçe, başınızı kaldırdığınızda hayretler içinde kalıyorsunuz. Bu nasıl bir kompozisyon duygusudur? Motiflerin ve çizimlerin bu konuda eğitim almış bir kişi elinden değil, konuya ilgi duyan naif bir sanatçı tarafından yapıldığını gösteriyor.
Kullanım dışı kaldığı anlaşılan Boğaziçi Mescidi de hem ahşap işçiliği hem de kalem işi süslemeleri açısından kolay kolay bir benzeri yapılamayacak nadide bir yapı. Mihrabı mukarnas benzeri kalem işi süslemelerle oluşturulmuş. Kıble duvarı inanılmaz bir zenginlikte, duvarın tamamı kalem işi bezemelerle donatılmış. Bunlar bizim gördüklerimiz ve farkına vardıklarımız ya farkına varmadıklarımız?
Ülkemizin korunması gerekli kültür varlıkları açısından ne kadar zengin olduğunu gösteren ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde çok sayıda olan benzeri köy mescitlerinin akıbeti beni gerçekten derinden üzüyor. Çoğu zaman kubbeli, betonarme camiler yapmak için bu mescitler önce kadro dışı bırakılıp zamanın tahribine açık hale getiriliyor, sonra da yıkılıyor. Bu mescitlerin güzelim ahşap işleri, duvarlarındaki kalem işi panoları ise çoğunlukla eskicilerin elinden satıyor.
Geleceğe ne diyeceğiz?
Gelecekte, “Bu ülkede sizlerin yaptığı üç beş anıtsal yapı dışında ne var?” diye sorulduğu zaman halka ait hangi yapıları göstereceğiz? Çoğu şehirde yokluk sonucu, çoğunluğu da XX. yüzyılın başlarına tarihlenen şekilsiz, bir dönemin gecekondu türü yapılarını, sırf ahşap oldukları için “Türk Evi” olarak koruma altına almanın utanç verici olduğunu düşünüyorum.
Yazıda fotoğraflarını paylaştığım yapılar hızla birer birer yok olurken, çevresi beş-altı katlı binalarla çevrelenmiş bir dönemin sığınmak için yapılmış yapılarını koruma altına almaya çalışan kişilere de hayret ediyorum.
“İt kağnı gölgesinde yürür, kendi gölgem sanırmış” diye bir atasözümüz vardır. Sanırım bu konuda devletin gücünü kullanan insanlar, bilgisizliklerinin yanı sıra kamu gücünü kendi güçleri sanmaktalar. Bir an önce gerçekten neyi koruyacağımıza karar vermemiz gerekiyor. Ülkemizin gerçekten korunması ve günümüz gereği fonksiyonlarla donatılarak kullanıma açılması için yapılması gereken atılımı yapmak yerine hiçbir mimari değeri olmayan yapıları zorla korumaya çalışmanın gayesini anlamak gerçekten güç.